Sunday, August 06, 2006

Alacalı gece

Gecenin bu saatinde keyfini kaçırmak için tek eksiği vardı ve o da tam olmuştu,tepesinde dolanıp duran sineğin sesi bu kadar sıkıntılı bir gecede beyninin içinde duvarlara çarpıp hiç yok olmuyordu.Usulca üstündeki pikeyi kaldırdı ve yatakta doğruldu.Oda duvarları üstüne geliyor ve oda daha bir küçülüyordu sanki bu gece.Derin bir nefes alıp bacaklarını aşağı kaydırıp terliklerini ayağına geçirdi.

Buzdolabı işiğının aydınlattığı mutfakta raflarda amaçsızca gezdirdi gözlerini.Paketinin ağzı açılmış süt şişesini aldı belki uyumasına yardımcı olurdu.Sütü,hiçte hayallerindeeki evde bulunacak bardaklara benzemeyen bardağa doldurdu.Masanın başındaki iki sadalyeden birine oturdu masanın üstünde duran paketteen bir sigara aldı yaktı,derin bir nefes çekti.

Hayatı nereden nereye gelmişti.Üniversitenin ilk yıllarında kurduğu hayalleri,bu hayallerin uğruna harcadığı aşkı düşündü.Ciğerlerindei yanmanın sebebi bu sefer sigara değildi,geçmiş gerçektende,özellikle pişmanlıkla bakılan bir geçmiş çok can yakıyordu.Yinede durduramadı kafasından geçenleri.Koca kampüste karla kaplı yollarda elele yürüdüğü adamı düşündü.Şimdi bambaşka yerlerdelerdi.Son duyduğuna göre yaşamıyordu artık bu ülkede,kednisiyse grisine aşık olduğu şehri bırakıp geldiği son 2 aydır hiç görmediği muhteşem boğaz manzarasına sahip bu şehirde yatağında şimdi kendisne tamamiyle yabancı gelen kocasıyla hayata sadece devam ediyordu.Kocasının işi nedeniyle burdalardı,Mert onun kocası olmadan önce yerleşmişti İsntanbula.İlişkileri uğruna kariyerini tehlikeye atamayacağını söyleyip,devam ederse böyle etsin demişti.O da Merti kovalayıp hayatını bu hiç ısınamadığı şehire taşımıştı.Ailesini tüm sorunlarıyla Ankara da yalnız bırakmıştı,bu da gün içinde hep düşünmekten kaçtığı can yakan bir detaydı geçmişinde.Annesiyle son konuştuğunda,ki bu iki gün önceydi,babasının artık iyiden iyiye yolun sonuna geldiğini işitmişti.O kadar yitirmişti ki hislerini doğru dürüst üzülememişti bile,bir inat uğruna seçtiği girdiği bu yol onu hislerinin sonuna götürmüştü.

Uzun zamandır tekrar farkına vardığı aşkı fısıldanmaya başladı kendi kendine

- Ne kadar beni artık hiç düşünmüyor olsanda.Seni özledim ve çok seviyorum Ü..

Karısını mutfakta bulan Mert ona arkadan sıkıca sarıldı.

-Aşkım rüyamda seni kaybediyordum,çok korktum.Çok seviyorum seni meleğim
-Bende seni seviyorum aşkım.

Thursday, August 03, 2006

Boğaz Manzarasında Sabah Keyfi

Günün en aydınlık saatleri insanların yavaş yavaş gündelik sıkıntılardan kurtulmaya başladığı akşam üstü saatleridir.Eser buna inandığı için sağ tarafından elini kolunu sallayarak küfreden şöföre hiç aldırış etmiyordu.Sabah uyanmanın kimi insana verdiği mutsuzluk yada cıvıldayan kuşlardan çalınmış pür neşe doğru bir gösterge olamazdı,birisini sevmek,kızmak yada nefret etmek için.İstanbulun sabah trafiğinin son derece sinir bozucu olduğu da aşikardı,bunu düşünerek hala kendisine saydırmakta olan Güner e.

-Lan şerefsizin çocuğu,babanın yolu mu lan bura beklesene sağda.

Güner içinse son derece yorgun bir sabahtı akşam 21 00 da aldığı taksiyi geri götürüyordu ve artık bu mesleğin kendisi için sürekli açılıp kapanan bir mezar olduğunu düşünüyordu.Gece bir travesti arabayı çizmişti ve burnuna gelen kesif koku arka koltuğa kusan sarhoşun bir rüya değil gerçek olduğunu gösteriyırdu.Üzülmüştü aslında sarhoş gence,içme sebebi boynuzlanmaktı ve saf bir tipe benziyordu.Yeni aldığı evi üzerine yaptığı nişanlısı avukata evin satışı için vekalet verip sözde arkadaşı olan aşığı ile kaçmıştı.Düzenin çok değiştiğini düşünüyordu artık Güner,karısını çok seviyordu ona bir gün olsun değil el kaldırmak bağırmış değildi arada sinirlenip en fazla küsüyordu,nihayetinde Güner'in gonca yaprağıydı o,ancak kadın erkek eşitliğinin böyle bir yorumunun yanlış olduğunu düşünüyordu ilk okul mezunu bilgisiyle.Telefonu cebinde kımıldamaya başladı.

-Alo
-Abi 12 saattir çalışıyorum zaten yapma gözünün seviyim.
-Hmmf...peki abi tamam görüşürüz.

Telefonu kapattı.

-Orospu çocuğu.

Değil 2 saat 2 dakika fazladan çalışıcak gücü yoktu ama doyurduğu boğazları düşünüp mecburum dedi kendi kendine ve yol yordam bilmeden İstanbul a gelen aklına küfretti.

Eser işyerine varmış ve arabasını parkedip asansörle kendi katına çıkmıştı bile.Kahverenginin bu ofisteki hakimiyeti yine ansızın içini karartmış ve pattronuyla olan sorunları bir anda aklına gelivermişti.Hak ettiği saygıyı görmüyordu,o bir yüksek mühendisti ve kendisne öyle davranılmalıydı.Patronuysa ona mühendis gibi davranmak şöyle dursun parayla satın aldığı bir orospudan ayırmıyordu.Bunun aciliyetle değişmesi gerekiyordu dakat hayatının hiç bir noktasında baskın yada kişiliğini ortaya koyan biri olamayan Eser bu konuda ne yapması gerektiği konusunda bir şey bilmiyordu.Bunu aşk böcüğü-birbirlerini böyle çağırırlardı-biricik eşi Özlem e açtığında ise Özlem in ne anlattığını şimdi hiç hatırlamıyordu.Bu koridoru yürümek sandığından zordu ve tansiyonun tırmandığını hissediyordu.Sekreter Muhterem Hanım ı gördüğünde gülümsemek zorunda hissetti kendini,çünkü bu şirkette kendisine adam gibi davranan bir tek oydu.

-Günaydın Eser Bey
-Günaydın
-Alp Bey sizi görmek istiyor
-Kendisi geldi mi ki beni görmek istiyor.
-Evet yerinde gelri gelmez odama gelsin dedi.
-İyi ya.Kolay gelsin size.
-Sağolun.

Bu kendisi için bir fırsat olabilirdi.Sonuçta Alp baba parasıyla züppelik yapmaktan sıkılmış ve babasının şirketlerinin birinin başına geçmiş eğitimsiz konuşmayı bilmeyen bir hödüktü.Sonunda istediği zammı alablecekti.Gülümsedi kendi kendine.Kapıyı araladı.

-Gel Eser gel içeri kapıyı da kapa.
-Günaydın Alp Bey beni çağırmışsınız.
-Evet öyle,otur bakalım yada oturma,babamdan bu işi alırken bu kadar zor olucaını tahmin etmezdim hemen söyliyeyim de kurtulayım ben seni kovuyorum Eser.
-Nasıl?Nasıl olur imkansız tek mühendisiniz benim.
-Bizim köyden bi akrabanın oğlu var o yeni mühendis çıkmış onu alacaz.

Eser in insanlara kızmamak için yarattığı tüm bahaneler bir anda tükenmişti.O kadar sinirlenmişti ki istese sadece bağırark bu odayı yerle bir edebilirdi,öyle hissediyordu.

-Lan hayvan ben çıkıyorum lan bu işten,bi boktan anlamayan davarlar sürüsü.Batın da görün.
-Bak adam gibi konuş,adam gibi muamele gör kırarım ağzını yüzünü siktir git lan ofisimden.
-Sen siktir.

Ardından kapıyı kapayan eser otoparka nasıl indiğini hiç hatırlamıyordu.Ne olduğunu soran Muhterem Hanım a ters ters homurdanmış olabilirdi ama umrunda da değildi artık.Arabasına bindi,kontağı çevirdi.

-Çalış soktuğumun arabası çalış.
-Çalış laaaaaaaaaaaan.

Herşey ancak bu kadar boktan gidebilirdi.Küfürler yağdırdığı arabsına sağlam bir tekme attı.Olayın sıcaklığıyla farketmediği acı otorpark merdivenlerinin yarısından sonra topallamasına neden oldu ama hala hızlıo adımlarla caddeye doğru yürüyordu.

Güner son iki saatinin ikinci ve son yolcusunu lüks binadan çıkan gri paltolu ve çaresizce etradında taksi arayan adam olarak seçmişti.Sağa yanaştı.İnşallah kısa mesafeydi.Arabanın arka kapsından binen adama döndü,sordu.

-Ne tarafa gidelim abi.

İkisi de birbirini tanıdı

-Ebenin amına gidelim ebenin amına.

Wednesday, August 02, 2006

Günümüz "Biz"leri

Hayatımızda bize sunulan o kadar çok kalıp var ki,her biri sizi bir zümreye ait hissettirecek,sizi bir alt kümenin elemanı yapacak.Günümüz insanının tüm çıkış kapılarını kapatan bu kalıplar nefes alınan ve hatta alınmayan heryerde sizi katagorize etmek için çırpınan dünyevi güçlerin size uzanan elleridir.

Kalıpların var olması ise şahsi kanaatimce adem oğlunun tanrıcılık oyununun en güzel göstergesidir.Tanrı inancı var olanlarımızın bildiği gibi Tanrı insanı hür bir iradeyle yaratmış ve insan yaratılanlar arasında en üstündür.Hür irade öylesine "hür"dür ki kendi yaratıcısını dahi sorgulayıp red edebilir.Dini olmayan temellere dayandığımızda ise insanın asıl güzelliğinin farklılıkta,her birinin eşsiz benzersiz olmasında bulmaktayız.Aynı DNA ya sahip tek yumurta ikizlerinde dahi kişisel gelişimler henüz çözümlenmemiş ruhani veya maddesel aktiviteler ile gerçekleşmektedir ve "tıpatıp ikizler"in var oluşları bir anlam kazanır.Ne yazık ki hür iradenin bugün bu kadar geri planda kalmış olmasının sebebi tehdit ettiği oluşumlardır.Günümüzde ekonomi herşeyin temelini oluşturmaktadır ve en büyük tehdidi de hür iradedir.Ekonominin en büyük kaynağı kuşkusuz ki sürümden kazançtır.Sürümün yaratılmasında en büyük rolü de kalıplar oynamaktadır.Katagorize edilmiş insanlar aynı yönde tüketimde bulunarak ekonomi çarklarını döndürmektedir.Ve ekonomi bizi "trensetter"lerle,gerçekçi olmayan estetik kavramlarla ve hatta web siteleriyle katagorize etmektedir.

Bu kalıp sorunu öyle bir boyuta ulaşmıştır ki kalılardan çıkmış olmak da artık bir kalıp olmuş durumdadır.Birbirinin aynı "kalıplardan sıyrılmış" bireyler türemiştir.Karşı olunan herşeyin aynı olduğu yerde bir sorun olduğunu biraz düşündükten sonra kavramak hiç de zor değildir.Kalıplardan değil tüm bu paradokstan sıyrılmanızı temenni ederken hiç bir tavsiyede bulunmuyorum sırf siz kalıpsız,özgün kalın diye.

Tuesday, August 01, 2006

Sahipsiz Bilinç

Hiç uyanmak istemediği bir sabah daha güneş ışıklarıyla gözünü kamaştırıyordu.Üzerindeki ince pikenin terden nasıl bedenine yapıştığına baktı.Parmağını göğüs ucunun etrafında dolaştırırken "ben de güzelim" diye geçirdi içinden,erkeklerin peşinden koşmaması onların salaklığıydı,gün içinde defalarca kez hatırlayıp onu hüzünlere boğan annesi gibi o da çok güzeldi.Bunları düşünürken yataktan kalkmış ve aynaya doğru yönelmişti.Yaz aylarında sütyen kullanmıyordu,bu hem hava sıcaklığı arttığı için rahatının kaçmasını önlüyor hem de bir erkek elini doldurabilecek büyüklükteki göğüslerinin beyaz gömleğinin altında hınzırca dans etmesi açık bıraktığı 2 düğme arasından dansın en kıvrak figürlerinin görülmesi hoşuna gidiyordu.

Bedenin alt tarafını büyük bir başarıyla sarmalayan eteğini hafif etinedolgun kalçalarına geçirirken hiç zorlanmamıştı bugün.Kahvaltı masasında bu kadar rahat hissetmesinin sebebi bu olsa gerekti.Zayıflamak kendini keşfettiği ergenlik döneminden beri değişmeyen tek arzusuydu,arzuladığı kariyer,ev,erkekler hep değişmişti ama zayıflamak her değişkenin yanındaki sabit sayı olmuştu.Kurallarına göre oynanması gerekiyordu oyunun ve kendini erkeklere beğendirme kurallarının başında da sıska bacaklı mankenler gibi en fazla iki elma büyüklüğünde bir popoya sahip olmak geliyordu.Aslında ona göre yanlıştı bu kural kendinden pay biçerek avuç içini doldurmayan vücut hatlarının bir haz kaynağı olamayacağını düşünüyordu.Hınzırca gülümsedi kendi kendine.

-Anane sen napıcaksın bugün?
-Ne edeyim yavrum.O horoz saçlı var bugün yine di mi kutuda bakarım ona.
-Var var.
-Heh işte ona bakarım.Akşama ne istersin güzel kızım ne yapayım sana.
-Zahmet etme sen ben alırım bir şeyler gelirken.

Terbiye Hanım mutsuz olmuştu,yine o ne olduğunu anlamadığı tatsız tuzsuz şeylerden getiricekti torunu,hiç sevmiyordu onları.İçten içe biliyordu ki her ufak romatizma sızlamasını tırnaklarının ucuna kadar götüren bedeninin de fazla bekleyeceği yoktu yine özenle hazırlanmış bir imambayıldıyı.Torunu olmasa çoktan göçüp gitmişti ,torunu ona destek olduğu için yaşamıyordu,o torununa,bir 22 mart sabahı yüzünü koklayıp alnını öptüğü el kadar yavruya destek olmak için yaşıyordu.Susturdu içindekileri o yüzden gülümsedi yine takma damağının el verdiğince.

-Tamam sen bilirsin yavrum.

Terbiye hanım bunları düşünürken torunu takımının en az eteği kadar dar olan ceketini sırtına geçirmişti bile,eliyle ceketin yakasından kurtardığı saçlarını savuruyordu aynanın önünde.

-Öptüm seni ananecim.

Diyerek kapattı kapıyı ve merdivenlerden hızla inmeye başladı.Geç kalmak istemiyordu,çünkü ne zaman geç kalsa sapık patronunun tacizlerine maruz kalıyor ve kendini patronunun kabaran önüne bakmaktan alı koyamıyordu.Neyse ki trafik düne göre hızlıydı bugün,sabah iş saatinde boğaz tarfiğinde orta şeritte 100 km ile seyretmek oldukça şaşırtıcıydı.Bunları düşüncek vakti olsa daha da çok şaşırırdı ama işe yetişmesi gerekiyordu ve otoparkta adımını dışarı atıp bacağını kapıya çizdirdiğinde saat 8:30 u geçmişti.Merdivenlere ilk admını atarken hissetti üstündeki bakışları,hoşuna gitmişti,gülümsedi kendi kendine ve yoluna devam etti her bakana yüz vericek değildi.

-Abi bu kim?

Metin in ilk günüydü bugün işte ve kim kimdir öğrenmek özellikle merdivenlerden telaşla tırmanan bayanın adını öğrenemek istiyordu,kim bilir belki ilerde yakından tanımak.Necmi isetecrübeliydi tanırdı binada kim varsa.

-Hatice

Yanlarındaki diğer bina kaşarı volkan tamamladı.

-Frijit Hatice.

Kaşarlar gülüştüler.

Yine Gec Saatler

Kültablasında söndürülen bir sigaranın dumanının parmaklarımızın arasından süzüldüğü gibi hayatın içinden geçiyoruz her gün ve söndürülen her yeni gün tablada,yeni fakat eski arkadaşları gibi kokulu bir iz bırakıyor.Kötü başlayan bir sabahın erken saatinde burnumuzda canlanan o tanıdık koku bu.Günler tablada düzensizce uzanıyor,kendince yer kaplayıp zift kokan yapış yapış birer hatıra oluyor.Hatıralar nikotin kokulu ve kanlı canlı duruyor,küçük bir kıvılcım için hazır,hiç istenmeyen o kokuyla sinüslerimizi doldurmak için bekliyor.

En pis ve kirli hissettiğimiz nefesimizi hatıralarımızdan çekiyoruz,onlarsa üstlerine bastığımız parmaklarımızın,yorgan altında onlardan kaçışımızın"boşver başka şeylerden konuşalım"larımızın intikamını almaya bayılıyor.Hayatta tattıklarımızla orantılı hissizleşen hayallerimizden bizi koparıp sürekli etrafından dolaşıp içine bakmaya korktuğumuz gerçeklik kuyusuna çekiyorlar bizi.Külle dolu suda boğulmamak için çırpınan beden ancak o acı tad damağını kapladığında anlıyor aslında kuyu kendisi ve kendi içinde boğuluyor.